Ben bu dünyaya çile çekmeye mi geldim ?
BEN BU DÜNYAYA ÇİLE ÇEKMEYE Mİ GELDİM!
------BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM------
"Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı hayır kendisine, yaptığı kötülüğün de zararı yine kendisinedir." (Bakara 286)
Bizler sağlıklı beslenmek adına bir ömür yiyecek ve içecekler ile mücadele halinde mi olacağız? Allah'ın (c.c) bize verdiği güzel lezzetlerden mahrum mu kalacağız? Yaşamak bu kadar zevksiz ve zor mu?
Hayat zor ve özellikle de "ahir zaman" denilen bu çağda, yaşamın birçok farklı alanında insanlar köşeye sıkışmış durumda. Evet, hayat ağır bir yük dedik ama hakikat de bizlerin şu anda deneyimlediği kadar da zor değil. Zira o zorluğu bizlere veren yüce yaratıcı kudret, hiç şüphe yok ki bu zorluklar karşısında yıkılmadan ayakta durmak için gerekli olan her tür donanımı da beraberinde verecek kadar adil ve merhametlidir.
"Şüphesiz her güçlükle beraber bir kolaylık vardır." (İnşirah-5)
BESLENME, YAŞAMIN TÜM ALANLARIYLA DOLAYLI YA DA DİREKT ETKİLİDİR
Günümüzde yaşadığımız bu zorluk kavramının "dayanılmaz seviyesi" aslında kişinin kendi kendine yüklediği dertlerden ve sıkıntılardan kaynaklanmaktadır. Bu durum aile, ilişkiler, din, aşk, para, psikoloji, özgürlükler, sağlık vb. yaşamın her alanında gözlemlenebilir. Çözümler ise zorluğun deneyimlendiği yaşam alanına göre değişiklik göstermektedir. Yalnız bir kavram var ki yaşamın diğer tüm alanlarına dolaylı ya da direkt etki etmesinden ötürü kilit konumdadır. Beslenme...
Şunu demiyorum yanlış anlaşılmasın... Eğer beslenmeniz düzgünse giden sevgiliniz geri gelmeyecek, ya da maaşınız artmayacaktır. Ama giden sevgilinizin sizlerde bıraktığı acıya karşı savunma mekanizmanızın göstereceği direnç, direkt olarak sizlerin bağışıklık sistemiyle ilintili olup, eğer bağışlık sistemi zayıfsa direnç az, güçlüyse çok olacaktır. Dolayısıyla yaşanılan çok büyük bir acı karşısında eğer;
1. Kişinin beslenmesi düzgünse,
2. Kişinin beslenmesi ile bağlantılı olarak bağışıklık sisteminin de güçlü olmasından ötürü,
3. Bu şartlarla beraber savunma mekanizması çok daha hızlı ve kuvvetli bir reaksiyon göstererek, kişiyi gerek psikolojik gerekse kimyasal düzlemde salgıladığı hormonlar vasıtasıyla koruma altına alacaktır. Tüm bu sistemler silsilesinin düzgün çalışmasının sonucunda; hiçbir şahıs giden sevgilisinin ardından müptezel olup kendini alkol, sigaraya ya da uyuşturucuya vermeyecektir. Zira kendisini hayata kapatmayacak ve acısını insani ölçülerde yaşayacaktır. Hiç şüphe yok ki insan hayatında karşılaşacağı tüm acılara göğüs gerebilecek maddi ve manevi donanımla yaratılmıştır.
Biz insanı en güzel biçimde yarattık. (Tin-4)
KİŞİ BOZULUR MU? EVET BOZULUR!
Dertlerle yüzleşip sıkıntıları çekerken bizleri insani ölçülerin dışına çıkaran derdin kendisi değil, kişinin bozukluğudur. Kişi bozulur mu, bizler makine miyiz? Evet bozulur. Tüm dünyada bilinen "you are what you eat" yani "ne yersen osun" deyiminin bir tezahürü olarak bozuk beslenme kişiyi bozar. Tıpkı benzinli araca motorin konulunca aracın bozulması gibi. Bozuk beslenen bozuk, iyi beslenen iyi, harika beslenen harikadır. İlmin bizlere bildirdiği ve bilimsel verilerin desteklediği bu gerçeği hiç kimse inkâr edemez.
Yazıya girişte belirttiğim üzere, hayatta karşılaştığımız zorlukları, dozajını arttırmak suretiyle bizler kendimiz dayanılmaz bir hale getiriyoruz. İşte bu durumun temelinde, sıkıntının deneyimlendiği alana göre, ya dolaylı ya da direkt olarak beslenmenin bozuk olması yatmaktadır. Yukarıda verdiğim ‘giden sevgili’ örneğinde dolaylı ama etkili olarak rol alan beslenme, hayatın diğer birçok alanında ise direkt olarak etkilidir, hatta bir etkendir.
BESLENME DÜZELİRSE NELER OLUR?
Beslenmenin direkt olarak bir etken olmasına dair bir örnek vermek gerekirse aklıma konuyu çok net bir biçimde açıklayan şu olay geliyor:
Ramazanda şeker hastası olduğu için oruç tutamayan insanlar. Bu insanlara göre bu hastalık Allah (c.c)'ın onlara yüklediği ağır bir yük. Bu yüzden oruç tutamıyorlar ve bunun da bir günahı yok. Peki, gerçekte durum böyle mi? Eğer böyle ise arasında 10 yıldır oruç tutamayan dindar insanların da bulunduğu 1000 kişilik bir kitle benim çizdiğim programı uygulayarak ramazanda oruç tutmaya nasıl muktedir oldular. Hani bu hastalık onlara verilmiş ağır bir yüktü? Hayır, vallahi bu hastalık onlara gökten inmedi, onlar kendi kendilerini, bozuk beslenerek hasta etmişlerdi. Velev ki doğuştan bu tarz hastalığa sahip olduğunu söyleyen birisi olsun. Onun içinde bu hakikat değişmez. Zira onu da, annesi karnında taşırken bozuk beslenmek suretiyle bir embriyo iken hasta etti. Sebep her ne olursa olsun fark etmez. Bahsi geçen tüm bu insanlar beslenmenin düzeltilmesiyle oruç tutar hale gelerek yaşamlarındaki din alanını düzeltmiş oldular. Bakın beslenme düzeltildi, dini alandaki bir sorun düzeldi. Beslenme düzeltildi, sağlık/hastalık alanındaki bir sorun düzeltildi.
SAĞLIĞIMIZ BOZUKSA YEDİĞİMİZDEN DE ZEVK ALAMAYIZ
Ayrıca unutulmamalıdır ki sağlığınız bozuksa ve fiziksel olarak acı çekiyorsanız yediğinizden ve içtiğinizden zevk alamazsınız. Bir hastalığın pençesinde çektiğiniz acı ve rahatsızlığa ne zenginlik çare olabilir, ne güzel bir iş, ne de bir sevgili.
İşte bu yüzden Kanuni Sultan Süleyman (r.a.) hasta yatağında; “Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi” demiştir.
1. En başta sorduğumuz soruya geri dönersek biz sürekli açlık orucu yaparak mı yaşayacağız? Bir ömür kısıtlı bir şekilde yaşayarak istediklerimizi yiyemeden, lezzetlerden mahrum kalarak stres altında mı yaşayacağız?
2. Peki beslenmenin düzeltilmesi derken ben neyi kast ediyorum?
3. Bir pizza yiyemeyecek miyiz yahu!
Tüm bu sorulara cevaben;
Evet, sürekli böyle yaşayacağız, aç kalacağız ölene kadar ekmek yemeyeceğiz şeklinde cevaplar versem dahi ne kendim ne de bir başkası buna bir ömür asla uyamaz. Hiç kimse bir ömür canının çektiği şeyleri yemeden geçiremez. Zaten buna gerek de yok. Bu fıtri bir yöntem olmadığı gibi kesinlikle uygulanabilir de değildir. Fıtri değildir zira lezzet kavramı insana verilmiş en güzel nimetlerden birisidir. Kimsenin bundan sonsuza kadar mahrum edilmesi gerekmiyor. Tam tersine lezzet çok güzel bir nimettir ve hatta kişiye şifadır. Evet evet yanlış duymadınız kişiye şifadır.
Eğer lezzet duygusu olmasaydı insanlar yemek yerken ağızlarında ve tükürük bezlerindeki o muhteşem salgılar enzimler salgılanmaz ve sindirim ve hazım daha ağızda başlamadan bitmiş olurdu. Bu yüzdendir ki ilim, yemeğe başlamadan önce bir süreliğine sofrada yemeğe nazar etmeyi tavsiye eder ki kişinin iştahı iyice artsın ve bilim de bunu ağızda salgılanan enzimlerin sindirim ve hazım sürecindeki çok önemli görevlerini açıklayarak destekler.
YEMEK NE KADAR LEZZETLİYSE DOYMA HİSSİ O KADAR ÇABUK GERÇEKLEŞİR
Ayrıca kendi yaptığım gözlemlerde keşfettim ki yediğiniz bir yemek ne kadar lezzetliyse, doyma hissiniz o kadar çabuk gerçekleşmektedir. Tam aksi olarak ne kadar lezzetsiz ise kişinin doyma süresi ve yediği yemek miktarı artar. Zira kişi içgüdüsel olarak yemeği yerken onda bir lezzet arar ve bulamadıkça yemeğe devam eder. Kısacası lezzet sanıldığının aksine çok yemeye sebep olmayarak tam tersine, kurduğum seviyeler sistemiyle birlikte kombine edildiğinde kişinin sofradan daha az yiyerek kalkmasına sebep olur.
GERÇEK ÇİKOLATADAN BİR PAKET YEMENİZ MÜMKÜN DEĞİL!
Öyle bir lokma yersiniz ki lezzeti ağzınızda patlar ve sadece o bir kaç lokmanın size verdiği enerji bile yeterli olur, doyarsınız. Buna verebileceğim en somut örnek çikolatadır. İnsanlarımız marketlerden çikolata adı altında aslında tamamen kimyasal katkı maddeleri yüklü çamurumsu şeyleri satın alarak paket paket yemektedirler. Oysaki gerçek çikolata, örneğin iyi kalite bir bitter Belçika çikolatasını bir paket yemenizin mümkünü yoktur. Zorlayıp yerseniz bu sefer dengeyi kaçırdığınız için lezzet bozulması yaşarsınız ve tadı size acı gelmeye başlar. Çünkü tadı çok yoğundur ve bir paket sahte çikolatanın vermediği lezzeti minicik badem büyüklüğünde bir parça sağlar. İnsani ölçülerde olan birisi içinde bu kâfidir.
LEZZET KAVRAMINDAN KAÇMAMIZA GEREK YOK
Bu örneklerden amacım, hadi hepimiz gidelim Belçika çikolatası alalım değildir. Lezzet kavramının aslında kaçınmamız, savaşmamız, mücadele etmemiz gereken bir şey olmadığı tam tersine bizlere verilmiş bir nimet olduğunun idrak edilmesidir. Bir kişi yemeği yerken ne kadar çok zevk alırsa, ne kadar çok şükrederek yerse ve o yemeği yerken ne kadar mutlu olursa o ölçüde fayda görecek, sindirim, hazım ve devamında boşaltım o denli düzgün ve güzel çalışacaktır.
GERÇEK MANADA ACIKMADAN YEMEK YENİLDİĞİNDE LEZZETE ULAŞILMAZ
Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, çizdiğim sistemin dışına çıkmadan devam ederek bu lezzeti yaşamaktır. Zaten ne enteresandır ki biraz önce hepinizin ağızlarını sulandıracak bir şekilde verdiğim örneklemelerdeki lezzeti yaşamak için yine çizdiğim yolu uygulamanız gerekiyor. Yani düzgün beslenme olmayınca ve kişi haddini aşıp seviyelerin dışına çıktıkça lezzet duygusunda körelme yaşanıyor. Bu durumu, bu sistemi gurme olarak inşa etmiş olan bendeniz söylüyorum.
Evet, ben TV’de Vedat Milor’un gittiği yerleri not alıp oraları gezen birisiydim. Tabi o dönemlerde her ne kadar sağlığıma dikkat etsem de gerçek manada açlık orucu nedir bilmiyordum. Yiyecekleri tadıp kendimce bende bir gurme turu yapıyordum. Ama kendi kurduğum sistemi uyguladıktan sonra lezzet duygumda patlama yaşadım. Üç günlük açlıktan sonraki akşam yediğim tek çeşit ve bir tabak yemeğin lezzetini bana bugüne kadar hiç bir restoran sunamadı. Aslında sorun bu yerlerde değil, gerçek manada acıkmadan yemek yiyen bendeydi. Gerçek manada acıkmadan yenilince lezzetin elde edinilmesi mümkün değildir.
KİMSE LEZZETLERDEN MAHKÛM KALMAK ZORUNDA DEĞİL!
Kısacası toparlamak gerekirse bir ömür aman şunu yemeyeyim bunu yemeyeyim şeklinde ıstırap ile geçmez, geçemez. Ayrıca kimse lezzetlerden de mahrum kalmak zorunda değildir. İşte tüm bu soruların cevabını almak seviye-9 ‘u yaşamakla mümkündür. Lezzet ve az/çok yeme dengesini mükemmel derecede dengelemeyi başardığım ve temelinde din, ilim ve bilimin yer aldığı seviye-9 bir ömür uygulanabilir bir sistemdir. Kişinin hem lezzet duygusunu yaşamasını sağlar hem de açlık yapmasını. Seviye-9 uygulamayan birisinin bu yazıda anlattıklarımı idrak etmesinin mümkünü yoktur. Yaşamayan bilemez.
SEVİYE-9 AÇLIK İLE TOKLUK ARASINDAKİ MÜKEMMEL DENGEDİR
Tüm bu yazdıklarımdan sonra akıllara şöyle bir soru gelebilir: Madem her şey bu kadar güzel ve kolay bizler niçin direkt seviye-9’a geçmiyor, diğer seviyeler ve üç günlük açlıklarla uğraşıyor ve hatta bırakın lezzeti neden bir tane bile meyve yiyemiyoruz!
Bunu daha önceki yazılarımda da defalarca açıkladım. Bizler yıllarca haddinden fazla yedik ve bozulduk. Bu durumu şimdi sadece düzgün beslenerek düzeltemeyiz, bu imkânsız. Her şey zıttı ile kaimdir. Haddinden fazla yemenin bizlerde yaptığı hasarı ancak haddinden fazla aç kalmak suretiyle düzeltebiliriz. Zaten doğduğundan beri sünnete göre yiyip içen birisinin ne bu sisteme ne de bu yöntemlere ihtiyacı vardır. Zira o kişi asla ama asla hasta değildir. Bizler ancak açlık yapıp düzeldikten sonra, düzgün beslenmeye geçerek hayatımıza devam edebiliriz.
En güzel sorunun cevabını sona bıraktım.
Neydi soru? Bir pizza yiyemeyecek miyiz yahu! Tabi ki yiyeceksiniz. Ama öncelikle seviye-9’a kadar ilerleyip hastalıklarınızdan tamamen kurtulup sonrasında orada size sunulan haftada bir serbest akşam yemeğinde pizzanızı afiyetle yiyebilirsiniz. Tabi pizza derken aşağıda bahsedeceğim pizzadan... Piyasadan alacağınız sosisli, salamlı vb. ya da hazır pizzaları ola ki yanlışlıkla yerseniz hemen kendinizi KUSTURUNUZ!
Hemen...
Bu pizzanın özelliği nedir derseniz; incecik GDO’suz hamurun üzerine keçi peynir karışımı + kabak + maydanoz + dereotu + yeşil soğan + pesto sos. Gerçek İtalyan pizzalarından birisidir. İtalya köylerinde bunu birde roka ile yerler. Aynı zamanda içinde et olmadığı için et ve süt ürünlerinin bir arada kullanılması kuralını ihlal etmiyor.
No comments
0 Yorumlar